ORTAK PAYDADA; İKTİSAT VE SOSYOLOJİ
İktisat ve sosyoloji tarihin tozlu sayfalarından bu yana
birbirini tamamlayıcı iki bilim dalı olmuştur. Bu bilimler netice de, özünde doğaya
hüküm sürme yolunda ki insan-insan ilişkisini temel alan bölümlerdir. Sosyoloji, birey yaşantısı, bireylerin
katılımıyla ortaya çıkan toplumu, toplumsal yapıyı ve toplum hayatını, bu
bağlamda meydana gelen değişmeleri bilimsel yöntemin kendine has teknikleri ile
inceleyen sosyal bir bilim dalıdır. İktisat tanımına gelince İngiliz ekonomist
Lionel Robbins 1932 de yazdığı ünlü denemesinde çok yerinde bir tanım ifade
etmiştir. Tanım aynen şöyle yer almaktadır: ‘’ Economics is a science which
studies human behavior as a relationship between ends and scarce means which
have alternative uses. '' Ekonomi bilimi, toplumsal eylemlerden
beslenmiş olup, toplumu oluşturan bireyler arasındaki ekonomik ilişkilerin ve
bununla birlikte biraz derineşecek olursak yan dalları oluşturan; sosyolojinin
de aynı zamanda konusu olan birçok dinamiği içine katarak olgunlaşmıştır.
Görülüyor ki iktisat ve sosyoloji bilimleri alanlarında çarpıcı bir oranda
işbölümü vardır. İktisat, kıt kaynakların toplum refahı açısından en verimli
kullanım koşullarını incelerken, sosyoloji bu koşulların toplumsal kökenlerini
kültür ve daha birçok değerleri ön plana çıkararak araştırma yoluna gitmiştir. Böylelikle,
ekonomik faaliyetler toplumdan etkilenmekte ve toplumsal olayların ekonomiye
etkisi bu ortak paydalar arasındaki psişik ilişki ekonomik sosyolojiyi meydana
getirmektedir. Bugün bireylerin tümünü toplumsal bir bütün olarak ele
aldığımızda; sosyal, kültürel, politik, bilimsel, teknolojik, psikolojik,
ekonomik yapılandırmaların her birinin sorgulayıcı çekirdeği sosyoloji
olmuştur. Neticede sosyolojiyi bilimsel bir disiplin olarak ortaya koyan en
önemli etmenlerden biri sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel koşullardır. Zaten
toplumun sosyo-kültürel yapısı o toplumun ekonomik yapısında bir altyapı
oluşturacağı gibi toplumun erişmiş olduğu refah düzeyi de bireylerin sosyal
yaşantısını etkileyecektir.
Ekonomi, insanların ve toplumların,
sınırlı kaynakları harekete geçirerek, çeşitli mallar ve hizmetler üretmek;
elde edilen ürünleri tüketim için çeşitli kişi ve kümelere bölüştürmek,
dağıtmak için giriştikleri eylemlerin bütünlüğüdür. Görülüyor ki, ekonomi,
toplumsal bir olgudur ve insanların, hem bireysel, hem sosyal varıklarını
sürdürebilmek için oluşturdukarı etki alanıdır. Giderek artan maddi
gereksinimlerin karşılanması, işbölümünü geliştirme açısından araçsal bir rol
oynamıştır. O halde, diyebiliriz ki, toplulukların ve toplumların sosyal
örgütlenişini, onların maddi varlıklarını sürdürmek için giriştikleri ekonomik
eylemleri (işbölümü ve işbirliği) büyük ölçüde belirler. Bir tarım toplumu ile,
bir sanayi toplumunun sosyal yapıları farkıdır. Tarım toplumları arasında bile,
hayvancılıkta, balıkçılıkta ya da tahıl ekiminde uzmanlaşmış olan kümelerin
kendi içlerinde örgütlenişi, kullandıkları teknoloji ve benzeri etmenler
yüzünden önemli kurumsal farklar vardır. Bir örnekten yola çıkacak olursak;
teknoloji, çevrelerindeki maddi kaynakları yararlı duruma getirmek isteyen
insanların kullandıkları bilgi; teknik ve aletlere verilen genel addır. Daha
kısa dendiğinde, teknoloji, üretim bilgisi ve araçlarıdır. Aslında teknoloji,
insanın organik donanımının kültürel uzantısıdır. Ellerin, kulakların,
gözlerin, bacakların yerine, üretim alanında, bilgi ve maddi araçlar kullanıma
sokulmuştur. Teknoloji sayesinde, insan, organik donanımının
sağlayabileceğinden daha, çok daha fazla verimlilik sağlayabilmektedir. Her
toplumsal gereksinim, kendi alanında teknolojik gelişmeye yol açmıştır. Savunma
teknolojisi, iletişim teknolojisi bu olgunun örnekleridir. Bağımsız gibi
görünse de, her uzmanlaşmış üretim ya da uygulama alanı, toplum ekonomisinin
vardığı genel teknoloji düzeyini yansıtır. Bir toplum, bir üretim alanında
ileri teknolojiye, diğerinde geri teknolojiye sahip olamaz. Farklılıklar olsa
da bunlar derin değildir. Teknoloji, üretim bilgisi olduğuna göre bilimin bir
türevidir. Toplumun sosyolojik yapısının bir katmanıdır.
Ekonominin temel konusu toplumun
oluşumunun ve idamesinin temelinde yatan doğaya karşı mücadele yani br süreç
olarak üretimdir. Gelir, tüketim, tasarruf vb temel ekonomik fonksiyon ve
kavramlar ancak üretim süreci ve bu süreç sırasında oluşan toplumsal ilişkilere
göre bir anlam taşıyabilirler. Üretimsiz bir toplum düşünülemez. Sosyoloji
üretimin toplumsal yapısını yani üretim sürecinde oluşan toplumsal ilişkileri
ortaya koymak zorundadır. Sosyoloji bu ilişkilerin belirli bir toplumda ya da
toplumlar arasında farklılaşmasına göre kuramsal düzenlemelere ve tipolojilere
gidecektir. Bu açıdan sosyolojinin ekonominin yardımına başvurması zorunludur.
Aynı şekilde sosyoloji toplumsal değişmeyi özellikle teknolojik etkenin ağırlık
kazandığı toplumsal değişmeyi ekonominin yardımıyla inceleyelip açıklayabilir.
(Tolan;1996:122)
Ekonomi
ile sosyolojinin biraz tarihine inecek olursak, bu iki bilimin perçinlenmesinin
zeminin de, kuşkusuz 19. yy sonları, 20. yy başlarında Max Weber’den söz
etmemek olmaz. Onun dışında, ekonomi-toplum literatürlerini yansıtan eserleri
Marx , Durheim , Schupeter , Polanyi ve Parsons ile Smelser’in çalışmalarında
bulabilirz. Bu yıllar da tüm yazılanların gösterdiği üzere, ekonomi ve sosyal
alan da kuvvetli değişimler ve sıçramalar meydana gelmiştir. O yıllar da, artık
bir bilim dalı haline gelen ekonomi sosyolojisi kurucusu da Weber olmuş, başlangıçta
bir sosyolog olarak işe koyulmamış olsa da, 19. yy getirdiği modernite
lokomotiflerinin üst üste binmesiyle, iktisatın toplumsal rollerini incelemekten
kendini alıkoyamamış ve akabinde 20. yy da oldukça geçerli bulgular elde
etmiştir. Kısacası görülüyor ki, Max Weber’in ekonomik sosyolojinin bir
disiplin haline gelmesinde önemli katkıları olmuştur. Böylelikle sosyal hayatın
ekonomik değişkenleri üzerinde yarattığı etki, toplum ve bilim insanları
tarafından ilgi görmeye başlamıştır.
O tarihlerden günümüze hızlı bir
geçiş yaptığımızda artık gerek avrupada gerek nispeten ABD içinde yer alan köklü
ve seçkin okulların lisans , yüksek lisans ve doktora programlarında literatüre
geçmiş halde ekonomik sosyoloji içerikli derslerin yer alması bizlere bu konuya
verdiğimiz önemi ve de ne kadar çağ atladığımızı kanıtlar. Örneğin, dünyanın
sayılı işletme okullarından biri olan Massachusetts Institute of Technology,
‘’Economic Sociology’’ adlı doktora programını 2006 yılında açmıştır. Keza
Princeton University, Yale University doktora programı dahilinde açılan ‘’
Economic and Organizational Sociology ’’ dersi ekonomi sosyolojisinin kısa
zaman zarfında bu kadar hızlı büyüme katetmesinin güzel örneklerindendir. Buna
karşın, zaman zaman ortaya çıkan yerel bakış açılarına değinecek olursak,
iktisatçıların ve sosyologların birbirlerini pek sevmediklerine de şahit
olabiliriz. Böyle düşünen bilimciler iktisatçılar açısından, sosyoloji
biliminin sayısal verilerle pek haşır neşir olmadığından, modelleme ve teoriler
üzerinden yola çıkılmaması ve toplum üzerinde belirli dinamikler aracılığıya
genelleme yapmalarından yakınılırken; sosyologlar açısından, iktisatçıların
fazla soyut düşünerek çok sayıda varsayım yapmalarından yakınılmaktadır.
Veyahut Pareto diagramından yola çıkacak olursak, Pareto sosyolojisinin kökenin
de bir mühendisin ya da bir iktisatçının düşünceleri, düş kırıklıklarıdır.
Mühendis yanlış yapmadığında mantıklı
bir biçimde hareket etmektedir. İktisatçı bilgisi üzerine yanılgıya
düşmediğinde bazı insan davranışlarını anlayabilir ama sosyoloji genellikle ne
mühendisler ne de becerikli spekülatörler gibi davranan insanlarla karşı
karşıyadır. Bir köprü yapmak isteyen mühendis ulaşmak istediği hedefi bilir.
Malzemelerin dayanıklılığını incelemiştir. Araçlarla amaç arasında ki ilişkiyi
hesaplayabilecek durumdadır. Düşüncesinde kurduğu, araç-amaç ilişkisi ile
gerçekte, nesnel olarak gelişen araç-amaç ilişkisi arasında bir uyum vardır.
Ekonomik öznenin ilk örneği, spekülatörün davranışı, aynı nitelikleri ortaya
koyar. Çok açık bir amacı vardır. Para kazanmak, kullandığı araçlar ile ulaşmak
istediği amaç arasında mantıklı bir bağ kurar. Eğer herşey öngörüsüne göre
gelişirse olaylar, araçlar ve amaçların seyrini
aktörün bilincinde önceden düşünüldüğü gibi nesnel olarak yansıtacaktır.
Oysa ekonomi ile toplumsal hayatın nasıl örtüştüğünü, birinin diğerini nasıl
dönüştürüp belirlediği, ne denli iç içe geçtiğini göz ardı etmek; bu iki bilimi
birbirine düşman kılmak imkansızdır. Türkiye’den yola çıkacak olur isek; 1960lı
yıllarda ODTÜ ve Hacettepe üniversiteleri ilk olarak sosyoloji öğretimine
başlayan üniversitelerimizden olmuştur. Akabinde Boğaziçi ve Ege üniversiteleri,
bu bilime gereken önemi vermiş ve 1982 yılından itibaren yaygın olarak
üniversite lisans programları arasında görülmeye başlanmıştır. Şimdiler de gerek
vakıf gerek devlet üniversitelerinin ilgili fakültelerinin, iktisat bölümü ders
programlarına bakıldığında ‘’Sosyoloji’’ yahut ‘’Sosyolojiye Giriş’’ gibi
derslerin müfredat dahilinde bulunduğunu görürüz. Bu, bizlere geleceğin
ekonomistleri olacak insanlara bir parça da olsa sosyoloji temelinin
aşılandığını, sosyolojik değerleri öğrenip kültür vb aktörlere göre toplumu ele
alarak daha sağlıklı varsayımlar
yapmamıza olanak sağlandığını göstermektedir.
Günlük yaşama bakıldığın da coğrafi,
demografik, teknolojik, kültürel, toplumsal çevre gibi faktörler toplumsal
yaşantımızı değiştirmede aktif rol oynadıkları gibi bunların dolaylı etkisi
gerek toplum açısından gerek bireysel açıdan ekonomik faaliyetlerimiz üzerine
de etkin rol oynar. Nasıl ki toplum ortak bir yaşam biçimini paylaşan, belli
bir coğrafi mekanda yaşayan, karşılıklı etkileşim içinde bulunan insanların
oluşturduğu en geniş gruplaşma olarak tanımlanıyorsa; toplumun coğrafi
faktörler başlığı altında yani yerleşim düzeni açısından gösterdiği sosyolojik
ve ekonomik çıktıları da bu paralelde ilgimizi çekebilir. Örneğin; köy
toplulukları, genellikle tarımla uğraşan, içinde bulundukları toplum bütünlüğü
ile ortak çıkarları az olan ve sınırlı ölçüde eşgüdümüş bulunan, birbirleri
karşısında güçlü özerklik eğilimi gösteren, toplumsal çevreden çok doğal çevre
ile yoğun ilişkiler içinde bulunan, birkaç düzüne ile birkaç yüz arasında
değişen sayıda hanelerden kurulu belli bir özenle korunan sınırları bulunan
topluluklardır.(Ozankaya;1986:219) Köy topluluklarında üretim, genelde küçük
aile işletmeleriyle yürütülmektedir. Uzmanlaşmamış ve örgütlenmemiş bir üretim
düzeni vardır. Toplum bütünü ile organik bağlar geliştirmeyen köy
topluluklarının, kasaba ve kentle de ilişkisi sınırlıdır. Ancak bazı köylerde,
uzmanca bilgi ve becerilere sahip modern çiftlikler; işletmelere dönüşmekte ve
bu da köyü köy dışında toplumla yoğun ilişkilere sokmaktadır. Geleneksel tarım
düzeninin hakim olduğu, toprak mülkiyetinin henüz farklılaşmadığı dönemlerde,
köylerde, geniş aile sistemi yürürlüktedir. Geleneksel geniş aile, kırsal
kesimde işsizlik sorunlarının doğurduğu buhranları kendi içinde çözümleyen bir
mekanızmadır. Geniş ailenin hakim olduğu geleneksel tarım, pazara açılmamıştır,
geçimlik tarımdır. Karı en çoğa çıkarma yerine daha çok toplam üretimi en çoğa
çıkarma güdüsüyle çalışmaktadırlar. Böyle bir işletme yapısı, gizli işsizliğe,
düşük istihdama elverişlidir. Bugün köylerimizdeki aile yapısı, toprak
farklılaşmasına paralel olarak değişmiştir. Yukarıda özellikleri tanımlanan
geniş aileden farklılaşmaya başlamıştır. Türkiye köylerinde artık çekirdek
aileler yaygınlaşmıştır. Geniş aile ancak büyük işletmelerde görülmektedir.
(Tekeli;1982:106) Tüketim kalıpları genellikle kendi ürettikleri ile sınırlı
kalmaktadır. Fazla değişkenlik göstermez. İhtiyaçlar aile içinde karşılanır.
(Uygun;1991:687)
Diğer bir yandan bir başka faktörü ele
alırsak yaşantımızda; hem bireysel hem toplumsal ekonomimizi etki altında
bırakan sosyolojik farktörlerden biri de yukarıda bahsettiğim gibi demografik
faktördür. Gelişmiş batı toplumlarında yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular
ışığında, konumuza bağımlı nüfusa ilişkin bazı genellemeler öne sürülmüştür.
Nüfusun üzerinde gerçekleşen bu araştırmalara göre; gelişmiş, refah düzeyi
yüksek toplumlarda, yaygın sağlık hizmetleri sayesinde ölüm oranları düşük,
beslenme, eğitim olanakları yüksek, ortalama yaşam süresi uzun olmuştur. Nufüs
ile birebir alakalı olarak; gelişmiş ülkelerde üst ekonomik ve kültürel
düzeydeki gruplarda doğum oranları düşük olduğu görülmüştür. Genellikle
gelişmekte olan ülkelerde ise, kültürel ve ekonomik düzeyi düşük gruplarda daha
yüksek doğum oranlarına rastlanmıştır. Bu demek oluyor ki, ekonomik olarak
azgelişmiş ülkelerde çocukların genel nüfusa oranı çok yüksektir. Gelişmiş
ülkelerde çok düşüktür. Yaşlıların durumu ise yine tarımsal ve sanayileşmiş toplumlarda
farklılık göstermektedir. Nüfus miktarı, ekonomik yönden uzlaşmayı da
etkilemektedir. Sermaye birikimi ve müteşebbislik geniş nüfusla ilgilir. Kısacası
toplumların ekonomik, toplumsal, kültürel düzeyleri nüfusun hacim ve
yoğunluğunun önemli belirleyicilerinden olmuştur. Öte yandan nüfus üzerinde
ciddi sonuçlar doğuran göçler çeşitli ekonomik etkilerin itici gücüyle büyük
bir hızla oluşmakta ve etkisi toplulukları vurmaktadır. Az gelişmiş toplumlarda
kırdan kente iş bulma umuduyla büyük kitlelerin bu göçü ekonomik kalkınma
açısından sorunlara yol açmaktadır. Nitekim sanayileşme, nüfus artış oranı ve
dağılımında önemli değişmelere yol açmaktadır. Yeni iş alanları açılması daima
yeni iş gücüne ihtiyaç doğurmuş, potansiyel nüfusu kendine doğru çekmiştir.
Nüfus daha çok sanayi ve hizmetler kesiminin geliştiği kentlerde toplanmıştır.
Maliye ve iktisat bölümünden lisansını tamamlamış başarılı sosyolog
Kongar’ın da söylediği gibi; toplum, insan ömründen uzun yaşayan, göreli bir
kararılığa sahip olan ve kendi kendini devam ettiren bir insan topluluğudur.
(1981:39) Toplumun bu işlevselliği devam ettiği müddetçe, ticari işbirlikleri
bir yana, insanlar karşılıklı ilişkiler
içinde dahi iktisatı hayatlarında bir tutam bulucaklardır. Size çalışmam da
bahsetmiş olduğum üzere sosyoloji ve iktisat artık her anlamda aynı payda da
öğütülebilen iki bilim dalı olmuştur. Bu durum, gerek literatür anlamında üniversite
derslerinde olsun, ister ekonomik kalkınma yahut siyasi gibi geniş anlamda
olsun her alanda faydalanmak üzere kullanılabilir hale gelmiştir. Görülüyor ki,
toplum hareketliliğin inceleyen sosyoloji, sürekli üretim ve tüketim içinde
bulunan toplumun hareketliliğin incelemek için iktisat biliminden faydalanmak
zorundadır. Keza iktisat varsayımlarını toplum adına daha sağlam temellere
dayandırmak üzere sosyoloji biliminden faydalanmak zorundadır. Sonuç olarak, bu
iki bilimin de akrabalık ilişkisi kaçınılmazdır.
Özge YILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder