23 Kasım 2012 Cuma


ORTAK PAYDADA; İKTİSAT VE SOSYOLOJİ

          
       İktisat ve sosyoloji tarihin tozlu sayfalarından bu yana birbirini tamamlayıcı iki bilim dalı olmuştur. Bu bilimler netice de, özünde doğaya hüküm sürme yolunda ki insan-insan ilişkisini temel alan bölümlerdir.  Sosyoloji, birey yaşantısı, bireylerin katılımıyla ortaya çıkan toplumu, toplumsal yapıyı ve toplum hayatını, bu bağlamda meydana gelen değişmeleri bilimsel yöntemin kendine has teknikleri ile inceleyen sosyal bir bilim dalıdır. İktisat tanımına gelince İngiliz ekonomist Lionel Robbins 1932 de yazdığı ünlü denemesinde çok yerinde bir tanım ifade etmiştir. Tanım aynen şöyle yer almaktadır: ‘’ Economics is a science which studies human behavior as a relationship between ends and scarce means which have alternative uses. '' Ekonomi bilimi, toplumsal eylemlerden beslenmiş olup, toplumu oluşturan bireyler arasındaki ekonomik ilişkilerin ve bununla birlikte biraz derineşecek olursak yan dalları oluşturan; sosyolojinin de aynı zamanda konusu olan birçok dinamiği içine katarak olgunlaşmıştır. Görülüyor ki iktisat ve sosyoloji bilimleri alanlarında çarpıcı bir oranda işbölümü vardır. İktisat, kıt kaynakların toplum refahı açısından en verimli kullanım koşullarını incelerken, sosyoloji bu koşulların toplumsal kökenlerini kültür ve daha birçok değerleri ön plana çıkararak araştırma yoluna gitmiştir. Böylelikle, ekonomik faaliyetler toplumdan etkilenmekte ve toplumsal olayların ekonomiye etkisi bu ortak paydalar arasındaki psişik ilişki ekonomik sosyolojiyi meydana getirmektedir. Bugün bireylerin tümünü toplumsal bir bütün olarak ele aldığımızda; sosyal, kültürel, politik, bilimsel, teknolojik, psikolojik, ekonomik yapılandırmaların her birinin sorgulayıcı çekirdeği sosyoloji olmuştur. Neticede sosyolojiyi bilimsel bir disiplin olarak ortaya koyan en önemli etmenlerden biri sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel koşullardır. Zaten toplumun sosyo-kültürel yapısı o toplumun ekonomik yapısında bir altyapı oluşturacağı gibi toplumun erişmiş olduğu refah düzeyi de bireylerin sosyal yaşantısını etkileyecektir.
        Ekonomi, insanların ve toplumların, sınırlı kaynakları harekete geçirerek, çeşitli mallar ve hizmetler üretmek; elde edilen ürünleri tüketim için çeşitli kişi ve kümelere bölüştürmek, dağıtmak için giriştikleri eylemlerin bütünlüğüdür. Görülüyor ki, ekonomi, toplumsal bir olgudur ve insanların, hem bireysel, hem sosyal varıklarını sürdürebilmek için oluşturdukarı etki alanıdır. Giderek artan maddi gereksinimlerin karşılanması, işbölümünü geliştirme açısından araçsal bir rol oynamıştır. O halde, diyebiliriz ki, toplulukların ve toplumların sosyal örgütlenişini, onların maddi varlıklarını sürdürmek için giriştikleri ekonomik eylemleri (işbölümü ve işbirliği) büyük ölçüde belirler. Bir tarım toplumu ile, bir sanayi toplumunun sosyal yapıları farkıdır. Tarım toplumları arasında bile, hayvancılıkta, balıkçılıkta ya da tahıl ekiminde uzmanlaşmış olan kümelerin kendi içlerinde örgütlenişi, kullandıkları teknoloji ve benzeri etmenler yüzünden önemli kurumsal farklar vardır. Bir örnekten yola çıkacak olursak; teknoloji, çevrelerindeki maddi kaynakları yararlı duruma getirmek isteyen insanların kullandıkları bilgi; teknik ve aletlere verilen genel addır. Daha kısa dendiğinde, teknoloji, üretim bilgisi ve araçlarıdır. Aslında teknoloji, insanın organik donanımının kültürel uzantısıdır. Ellerin, kulakların, gözlerin, bacakların yerine, üretim alanında, bilgi ve maddi araçlar kullanıma sokulmuştur. Teknoloji sayesinde, insan, organik donanımının sağlayabileceğinden daha, çok daha fazla verimlilik sağlayabilmektedir. Her toplumsal gereksinim, kendi alanında teknolojik gelişmeye yol açmıştır. Savunma teknolojisi, iletişim teknolojisi bu olgunun örnekleridir. Bağımsız gibi görünse de, her uzmanlaşmış üretim ya da uygulama alanı, toplum ekonomisinin vardığı genel teknoloji düzeyini yansıtır. Bir toplum, bir üretim alanında ileri teknolojiye, diğerinde geri teknolojiye sahip olamaz. Farklılıklar olsa da bunlar derin değildir. Teknoloji, üretim bilgisi olduğuna göre bilimin bir türevidir. Toplumun sosyolojik yapısının bir katmanıdır.
         Ekonominin temel konusu toplumun oluşumunun ve idamesinin temelinde yatan doğaya karşı mücadele yani br süreç olarak üretimdir. Gelir, tüketim, tasarruf vb temel ekonomik fonksiyon ve kavramlar ancak üretim süreci ve bu süreç sırasında oluşan toplumsal ilişkilere göre bir anlam taşıyabilirler. Üretimsiz bir toplum düşünülemez. Sosyoloji üretimin toplumsal yapısını yani üretim sürecinde oluşan toplumsal ilişkileri ortaya koymak zorundadır. Sosyoloji bu ilişkilerin belirli bir toplumda ya da toplumlar arasında farklılaşmasına göre kuramsal düzenlemelere ve tipolojilere gidecektir. Bu açıdan sosyolojinin ekonominin yardımına başvurması zorunludur. Aynı şekilde sosyoloji toplumsal değişmeyi özellikle teknolojik etkenin ağırlık kazandığı toplumsal değişmeyi ekonominin yardımıyla inceleyelip açıklayabilir. (Tolan;1996:122)
       Ekonomi ile sosyolojinin biraz tarihine inecek olursak, bu iki bilimin perçinlenmesinin zeminin de, kuşkusuz 19. yy sonları, 20. yy başlarında Max Weber’den söz etmemek olmaz. Onun dışında, ekonomi-toplum literatürlerini yansıtan eserleri Marx , Durheim , Schupeter , Polanyi ve Parsons ile Smelser’in çalışmalarında bulabilirz. Bu yıllar da tüm yazılanların gösterdiği üzere, ekonomi ve sosyal alan da kuvvetli değişimler ve sıçramalar meydana gelmiştir. O yıllar da, artık bir bilim dalı haline gelen ekonomi sosyolojisi kurucusu da Weber olmuş, başlangıçta bir sosyolog olarak işe koyulmamış olsa da, 19. yy getirdiği modernite lokomotiflerinin üst üste binmesiyle, iktisatın toplumsal rollerini incelemekten kendini alıkoyamamış ve akabinde 20. yy da oldukça geçerli bulgular elde etmiştir. Kısacası görülüyor ki, Max Weber’in ekonomik sosyolojinin bir disiplin haline gelmesinde önemli katkıları olmuştur. Böylelikle sosyal hayatın ekonomik değişkenleri üzerinde yarattığı etki, toplum ve bilim insanları tarafından ilgi görmeye başlamıştır.
          O tarihlerden günümüze hızlı bir geçiş yaptığımızda artık gerek avrupada gerek nispeten ABD içinde yer alan köklü ve seçkin okulların lisans , yüksek lisans ve doktora programlarında literatüre geçmiş halde ekonomik sosyoloji içerikli derslerin yer alması bizlere bu konuya verdiğimiz önemi ve de ne kadar çağ atladığımızı kanıtlar. Örneğin, dünyanın sayılı işletme okullarından biri olan Massachusetts Institute of Technology, ‘’Economic Sociology’’ adlı doktora programını 2006 yılında açmıştır. Keza Princeton University, Yale University doktora programı dahilinde açılan ‘’ Economic and Organizational Sociology ’’ dersi ekonomi sosyolojisinin kısa zaman zarfında bu kadar hızlı büyüme katetmesinin güzel örneklerindendir. Buna karşın, zaman zaman ortaya çıkan yerel bakış açılarına değinecek olursak, iktisatçıların ve sosyologların birbirlerini pek sevmediklerine de şahit olabiliriz. Böyle düşünen bilimciler iktisatçılar açısından, sosyoloji biliminin sayısal verilerle pek haşır neşir olmadığından, modelleme ve teoriler üzerinden yola çıkılmaması ve toplum üzerinde belirli dinamikler aracılığıya genelleme yapmalarından yakınılırken; sosyologlar açısından, iktisatçıların fazla soyut düşünerek çok sayıda varsayım yapmalarından yakınılmaktadır. Veyahut Pareto diagramından yola çıkacak olursak, Pareto sosyolojisinin kökenin de bir mühendisin ya da bir iktisatçının düşünceleri, düş kırıklıklarıdır. Mühendis yanlış yapmadığında  mantıklı bir biçimde hareket etmektedir. İktisatçı bilgisi üzerine yanılgıya düşmediğinde bazı insan davranışlarını anlayabilir ama sosyoloji genellikle ne mühendisler ne de becerikli spekülatörler gibi davranan insanlarla karşı karşıyadır. Bir köprü yapmak isteyen mühendis ulaşmak istediği hedefi bilir. Malzemelerin dayanıklılığını incelemiştir. Araçlarla amaç arasında ki ilişkiyi hesaplayabilecek durumdadır. Düşüncesinde kurduğu, araç-amaç ilişkisi ile gerçekte, nesnel olarak gelişen araç-amaç ilişkisi arasında bir uyum vardır. Ekonomik öznenin ilk örneği, spekülatörün davranışı, aynı nitelikleri ortaya koyar. Çok açık bir amacı vardır. Para kazanmak, kullandığı araçlar ile ulaşmak istediği amaç arasında mantıklı bir bağ kurar. Eğer herşey öngörüsüne göre gelişirse olaylar, araçlar ve amaçların seyrini  aktörün bilincinde önceden düşünüldüğü gibi nesnel olarak yansıtacaktır. Oysa ekonomi ile toplumsal hayatın nasıl örtüştüğünü, birinin diğerini nasıl dönüştürüp belirlediği, ne denli iç içe geçtiğini göz ardı etmek; bu iki bilimi birbirine düşman kılmak imkansızdır. Türkiye’den yola çıkacak olur isek; 1960lı yıllarda ODTÜ ve Hacettepe üniversiteleri ilk olarak sosyoloji öğretimine başlayan üniversitelerimizden olmuştur. Akabinde Boğaziçi ve Ege üniversiteleri, bu bilime gereken önemi vermiş ve 1982 yılından itibaren yaygın olarak üniversite lisans programları arasında görülmeye başlanmıştır. Şimdiler de gerek vakıf gerek devlet üniversitelerinin ilgili fakültelerinin, iktisat bölümü ders programlarına bakıldığında ‘’Sosyoloji’’ yahut ‘’Sosyolojiye Giriş’’ gibi derslerin müfredat dahilinde bulunduğunu görürüz. Bu, bizlere geleceğin ekonomistleri olacak insanlara bir parça da olsa sosyoloji temelinin aşılandığını, sosyolojik değerleri öğrenip kültür vb aktörlere göre toplumu ele alarak daha sağlıklı varsayımlar  yapmamıza olanak sağlandığını göstermektedir.
        Günlük yaşama bakıldığın da coğrafi, demografik, teknolojik, kültürel, toplumsal çevre gibi faktörler toplumsal yaşantımızı değiştirmede aktif rol oynadıkları gibi bunların dolaylı etkisi gerek toplum açısından gerek bireysel açıdan ekonomik faaliyetlerimiz üzerine de etkin rol oynar. Nasıl ki toplum ortak bir yaşam biçimini paylaşan, belli bir coğrafi mekanda yaşayan, karşılıklı etkileşim içinde bulunan insanların oluşturduğu en geniş gruplaşma olarak tanımlanıyorsa; toplumun coğrafi faktörler başlığı altında yani yerleşim düzeni açısından gösterdiği sosyolojik ve ekonomik çıktıları da bu paralelde ilgimizi çekebilir. Örneğin; köy toplulukları, genellikle tarımla uğraşan, içinde bulundukları toplum bütünlüğü ile ortak çıkarları az olan ve sınırlı ölçüde eşgüdümüş bulunan, birbirleri karşısında güçlü özerklik eğilimi gösteren, toplumsal çevreden çok doğal çevre ile yoğun ilişkiler içinde bulunan, birkaç düzüne ile birkaç yüz arasında değişen sayıda hanelerden kurulu belli bir özenle korunan sınırları bulunan topluluklardır.(Ozankaya;1986:219) Köy topluluklarında üretim, genelde küçük aile işletmeleriyle yürütülmektedir. Uzmanlaşmamış ve örgütlenmemiş bir üretim düzeni vardır. Toplum bütünü ile organik bağlar geliştirmeyen köy topluluklarının, kasaba ve kentle de ilişkisi sınırlıdır. Ancak bazı köylerde, uzmanca bilgi ve becerilere sahip modern çiftlikler; işletmelere dönüşmekte ve bu da köyü köy dışında toplumla yoğun ilişkilere sokmaktadır. Geleneksel tarım düzeninin hakim olduğu, toprak mülkiyetinin henüz farklılaşmadığı dönemlerde, köylerde, geniş aile sistemi yürürlüktedir. Geleneksel geniş aile, kırsal kesimde işsizlik sorunlarının doğurduğu buhranları kendi içinde çözümleyen bir mekanızmadır. Geniş ailenin hakim olduğu geleneksel tarım, pazara açılmamıştır, geçimlik tarımdır. Karı en çoğa çıkarma yerine daha çok toplam üretimi en çoğa çıkarma güdüsüyle çalışmaktadırlar. Böyle bir işletme yapısı, gizli işsizliğe, düşük istihdama elverişlidir. Bugün köylerimizdeki aile yapısı, toprak farklılaşmasına paralel olarak değişmiştir. Yukarıda özellikleri tanımlanan geniş aileden farklılaşmaya başlamıştır. Türkiye köylerinde artık çekirdek aileler yaygınlaşmıştır. Geniş aile ancak büyük işletmelerde görülmektedir. (Tekeli;1982:106) Tüketim kalıpları genellikle kendi ürettikleri ile sınırlı kalmaktadır. Fazla değişkenlik göstermez. İhtiyaçlar aile içinde karşılanır. (Uygun;1991:687)
            Diğer bir yandan bir başka faktörü ele alırsak yaşantımızda; hem bireysel hem toplumsal ekonomimizi etki altında bırakan sosyolojik farktörlerden biri de yukarıda bahsettiğim gibi demografik faktördür. Gelişmiş batı toplumlarında yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular ışığında, konumuza bağımlı nüfusa ilişkin bazı genellemeler öne sürülmüştür. Nüfusun üzerinde gerçekleşen bu araştırmalara göre; gelişmiş, refah düzeyi yüksek toplumlarda, yaygın sağlık hizmetleri sayesinde ölüm oranları düşük, beslenme, eğitim olanakları yüksek, ortalama yaşam süresi uzun olmuştur. Nufüs ile birebir alakalı olarak; gelişmiş ülkelerde üst ekonomik ve kültürel düzeydeki gruplarda doğum oranları düşük olduğu görülmüştür. Genellikle gelişmekte olan ülkelerde ise, kültürel ve ekonomik düzeyi düşük gruplarda daha yüksek doğum oranlarına rastlanmıştır. Bu demek oluyor ki, ekonomik olarak azgelişmiş ülkelerde çocukların genel nüfusa oranı çok yüksektir. Gelişmiş ülkelerde çok düşüktür. Yaşlıların durumu ise yine tarımsal ve sanayileşmiş toplumlarda farklılık göstermektedir. Nüfus miktarı, ekonomik yönden uzlaşmayı da etkilemektedir. Sermaye birikimi ve müteşebbislik geniş nüfusla ilgilir. Kısacası toplumların ekonomik, toplumsal, kültürel düzeyleri nüfusun hacim ve yoğunluğunun önemli belirleyicilerinden olmuştur. Öte yandan nüfus üzerinde ciddi sonuçlar doğuran göçler çeşitli ekonomik etkilerin itici gücüyle büyük bir hızla oluşmakta ve etkisi toplulukları vurmaktadır. Az gelişmiş toplumlarda kırdan kente iş bulma umuduyla büyük kitlelerin bu göçü ekonomik kalkınma açısından sorunlara yol açmaktadır. Nitekim sanayileşme, nüfus artış oranı ve dağılımında önemli değişmelere yol açmaktadır. Yeni iş alanları açılması daima yeni iş gücüne ihtiyaç doğurmuş, potansiyel nüfusu kendine doğru çekmiştir. Nüfus daha çok sanayi ve hizmetler kesiminin geliştiği kentlerde toplanmıştır.
            Maliye ve iktisat bölümünden lisansını tamamlamış başarılı sosyolog Kongar’ın da söylediği gibi; toplum, insan ömründen uzun yaşayan, göreli bir kararılığa sahip olan ve kendi kendini devam ettiren bir insan topluluğudur. (1981:39) Toplumun bu işlevselliği devam ettiği müddetçe, ticari işbirlikleri bir yana,  insanlar karşılıklı ilişkiler içinde dahi iktisatı hayatlarında bir tutam bulucaklardır. Size çalışmam da bahsetmiş olduğum üzere sosyoloji ve iktisat artık her anlamda aynı payda da öğütülebilen iki bilim dalı olmuştur. Bu durum, gerek literatür anlamında üniversite derslerinde olsun, ister ekonomik kalkınma yahut siyasi gibi geniş anlamda olsun her alanda faydalanmak üzere kullanılabilir hale gelmiştir. Görülüyor ki, toplum hareketliliğin inceleyen sosyoloji, sürekli üretim ve tüketim içinde bulunan toplumun hareketliliğin incelemek için iktisat biliminden faydalanmak zorundadır. Keza iktisat varsayımlarını toplum adına daha sağlam temellere dayandırmak üzere sosyoloji biliminden faydalanmak zorundadır. Sonuç olarak, bu iki bilimin de akrabalık ilişkisi kaçınılmazdır. 

Özge YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder